Artvin ve Milliyetçilik Anlayışı
  Türkler ve İslamiyet
 
TÜRKLER VE ISLAMIYET
 
  Islamiyeti kabul etmeleriyle birlikte millet olma sürecini tamamlayan Türkler kisa sürede islamiyeti bir "dünya dini" haline getirmis,hakimiyeti altinda olsun ya da olmasin tüm müslüman azinliklari koruyup kollama görevini üstlenmislerdir. Tarihte hiçbir millete nasip olmayacak kadar köklü ve güçlü imparatorluklar kuran Türk Milleti, bu gücünü hiç süphesiz Islam dininden almistir

Tarihte hiçbir millete nasip olmayacak kadar köklü ve güçlü imparatorluklar kuran Türk Milleti bu gücünü hiç süphesiz Islam dininden almistir. Türklerin Islamiyeti kabulünün en önemli sonucu, islam dinine girmeleriyle millet olma sürecini tamamlayan Türklerin kisa süre içerisinde islamiyeti bir "dünya dini" haline getirmeleri olmustur

Türkleri Islamiyete Yakinlastiran Sebepler
Türkleri islamiyete yakinlastiran en önemli sebep, tevhid inanci olmustur. Allah'in birligi inanci Türkler’de çok yaygin olan bir inançti. Din adamlarini huzuruna çagiran Mengü Kagan, "biz tek Tanri’nin varligina, onun sayesinde yasadigimiza ve onun emri ile öldügümüze inaniyoruz" demisti. (Süleyman Kocabas, Adil Türk Idaresi, s.15)

Türklerde Allah'in birligi inanci "Kök Tengri" (Gök-Kainat Tanrisi) olarak isimlendirilmisti.
Türkler’in inançlari ile islam inanci arasindaki benzerlik sadece bununla sinirli degildi. Islamiyet öncesi Türkler ahiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, kaza ve kadere inanirlar ve kurban keserlerdi. Zina ve escinsellik kesinlikle yasakti ve hirsizlik agir ceza ile cezalandirilirdi. (I. Hami Danismend, Türk Irki Neden Müslüman Oldu, s.17) Türklerin islamiyeti kabul etmelerinde islam öncesi Türklerin inançlari ile islamiyet arasindaki büyük benzerlikler önemli rol oynamistir. Bu benzerlikleri kavradikça islamiyete her geçen gün yakinlik duyan Türkler, Emevi Valisi'nin Horosan'da Islamiyeti yaymak için cami ve medrese açmasina hiçbir tepki göstermemistir. Bu yakinlasma süreci Arap Müslümanlarla Türklerin ortak düsmanlari olan Çinlilere karsi omuz omuza mücadele etmesiyle doruk noktasina ulasmistir.

Dünya Tarihinin Dönüm Noktasi
Türkler’in Islam dini ve müslüman Araplarla tanismasina vesile olan "Talas Savasi"ndan Çin Ordusu karsisinda zorlanan Müslümanlarin yardimina Türk süvarileri yetismistir. Savasi izleyen Karluk beyinin emriyle savas alanina giren Türk süvarileri karsisinda neye ugradiklarini sasiran Çinliler Talas Savasi’nda yenilgiye ugramislardir. Bu savasin ardindan islamiyet Maveraünnehr’de kalici hale gelmis ve Türkler de uzun zaman Çin tehlikesinden kurtulmuslardir.

Bölgeye adim atan Müslüman Araplar, Türklerin yüksek ahlaklarini, idarecilik ve savastaki üstün meziyetlerini yakindan tanima imkani bulmuslardir. Bu savas sonucunda, Türklerin islamiyete girmesiyle bu dinin kisa sürede bir "dünya dini" olacagi inanci dogmustur. Türklerin müslüman Araplari, Araplarin da Türkleri tanimasina neden olan "Talas Savasi" dünya tarihi için bir dönüm noktasi olmustur.

Talas Savasi’nin ardindan kitleler halinde islam dinine geçen Türkler, iddia edilenlerin aksine hiçbir zorlama ile karsilasmamislardir:

"Türkler, Islamiyeti samimi olarak, kendi istekleriyle, hiçbir zorlama ve dis baski olmaksizin kitle halinde kabul edince, tarihlerinin yeni bir devresine ayak basmis oluyorlardi… Türkler müslüman olmak suretiyle Türklüklerini kemale erdirmis, adeta tamamlamislardi." (Yilmaz Öztuna, Türk Tarihinden Yapraklar, s.47)

Müslüman Olmayan Türklerin Akibeti
Türkler islamiyeti kabul etmeselerdi hiç süphesiz tarihteki milletler mezarligina gömülürlerdi. Islamiyeti kabul etmeden çesitli uzakdogu dinlerinin etkisi altinda kalan Türkler, bu dinlerden olumsuz sekilde etkilenmistir.
Türklerin islamiyeti kabulünden çok önce M.S 375 yilinda Avrupa’ya ayak basan ilk Türkler olarak tarihe geçen Hunlar, siyasi ve askeri açidan uzun yillar kendinden söz ettirmis ancak çesitli uzakdogu dinlerinin etkisi altinda kaldiklari için Türklüklerini kaybetmislerdir. Büyük bir kismi Hristiyanlasan bu Hun Türkleri sosyal asimilasyona ugrayarak milli varliklarini kaybetmislerdir. Dün oldugu gibi bugün de Müslüman olmak ve islamiyetin gereklerine uygun bir yasam sürmek Türk Milleti’nin varlik sarti olarak önemini korumaktadir. (Süleyman Kocabas, Adil Türk Idaresi, s.17)

Türklerin Islam Dünyasindaki Liderligi
Islamiyeti kabul eden Türkler "Ilahi Kelimetullah" davasi ugruna tüm dünyaya Türk-Islam adalet ve hosgörüsünü götürmekle kalmamis, hakimiyeti altinda 30’dan fazla din ve irktan insani koruyup kollamayi kendisine vazife bilmistir.

Türkler Islam dünyasinin önderlik görevini ilk olarak Selçuklu Devleti zamaninda kazanmislardi. Selçuklu devleti ve onun mirasi üzerine korulan Osmanli Devleti, sinirlari içerisinde olsun ya da olmasin islam ülkelerine yapilan saldirilari kendi ülkesine yapilan bir saldiri olarak kabul ediyordu. Yavuz Sultan Selim Misir’da hüküm süren Memlüklü Devleti’ne son vermesi üzerine islam dünyasinin önderligi manevi olarak da Türklere geçti ve tüm islam dünyasinin baskenti Istanbul oldu.

Misir’in ardindan Kuzey Afrika ülkeleri de birer birer Osmanli sinirlarina dahil edildi. Ispanyol isgaline ugrayan Cezayir’e çikarma yapan Barbaros Hayrettin Pasa bölge halkinin sevgi gösterileriyle karsilandi. Türklerin Cezayir’e adim atisiyla birlikte Ispanyollarin ve Ispanyollarla isbirligi içerisinde bulunan Cezayirli yöneticilerin halka yapmis olduklari zulüm son buldu.Cezayir’le birlikte Tunus, Fas, Libya, Irak, Körfez Ülkeleri ve Yemen’de Osmanli topraklarina dahil edildi.

Türkler hakimiyeti altindaki topraklarda hiçbir zaman emperyalist bir yaklasim içerisinde olmadi. Özellikle halki müslüman olan ülkelerdeki insanlar, her alanda Türklerle esit haklara sahipti. Arap halklari Islamiyete yapmis olduklari hizmetlerden dolayi Osmanli Sultanlarina ve Türklere büyük sempati duyuyorlar ve "kavmi necip" olarak isimlendiriyorlardi. 4. yüzyil Türk idaresi altinda yasayan Araplar, her türlü iç ve dis saldiriya karsi güven içinde bir yasam sürdüler.

19. asirda bölgedeki dogal kaynaklara göz diken Bati ülkelerinin kiskirtmalariyla Arap ülkelerinde esen bagimsizlik rüzgari iddia edilenin aksine huzur ve güven ortami saglamadi. "Türkler Arap ülkelerinde sömürgecidir" iddiasiyla Araplari kiskirtilan Batili güçler, 2. Dünya Savasi sonuna kadar bu ülkeleri emperyalist çikarlari dogrultusunda kullanmislardir

PERSPEKTIF
Atatürk'ün Mirasi
Milliyetçi-Mukaddesatçi Cumhuriyetçilik

Anadolu topraklarini düsman isgalinden kurtaran Büyük Önder Atatürk, dört yilik Milli Mücadele'yi tamamladiginda, Türk milleti için yeni bir yol çizmesi gerektigini düsünüyordu. Nitekim yasaminin geri kalan kismini, en az Milli Mücadele kadar önemli olan bu yeni yolu olusturmaya ayirdi. Bu yeni yolun en önemli vasfi ise, Cumhuriyet düzeninin tesisi oldu.

Atatürk'ün bize miras biraktigi dünya görüsüne, siyaset anlayisina, devlet gelenegine ve kültüre baktigimizda, Büyük Önder'in gerçekte bugün "milliyetçi-muhafazakar" kavramlari ile tanimladigimiz sentezin sahibi oldugunu görürüz.

Atatürk'ün Milliyetçiligi
Atatürk'ün bize biraktigi en önemli fikri miras, milliyetçiliktir. Bu milliyetçilik, Ziya Gökalp'in "hars milliyetçiligi" kavramina dayanir. Buna göre bu topraklar yüce Türk Milleti'nin topraklaridir. Türk Milletini var eden ve yasatan unsur ise hars, yani kültürdür. Dolayisiyla Türk Milleti'nin bir parçasi olmak için, etnik olarak Türk olmak sart degildir. Türk harsini benimseyen ve kendisini Türk addeden herkes bu milletin bir parçasidir.

Burada Atatürk'ün Türk milliyetçiliginin Türkiye sinirlarini da asan bir Türklük bilincine dayandigini söylemeliyiz. Büyük Önder, Türkiye sinirlari disinda yasayan Türkler'e her zaman önem vermis, hatta gelecekte bir "Türk Birligi" kurulmasinin özlemini duymustur.

Atatürk milliyetçiligi, Anadolu topragini vatan belleyen ve "Türküm" diyen her ferdi, hangi irk veya etnik kökenden olursa olsun bir çati altinda birlestirmistir. Milliyetçilik, temelde, birlik ve beraberlik ortaminin tam manasiyla saglanmasini amaçlayan kilit bir Atatürkçülük ilkesidir.

Atatürk milliyetçiligi, Türk Milleti'ne mensup olmakla övünmeyi, Türk Milleti'ne inanmayi ve güvenmeyi esas alir. O, bu konudaki görüsünü söyle özetlemistir:

Türk milliyetçiligi, ilerleme ve gelisme yolunda ve milletlerarasi temas ve iliskilerde, bütün çagdas milletlere paralel ve onlarla uyum içinde yürümekle beraber, Türk toplumunun özel karakterini ve basli basina bagimsiz kimligini korumaktir.

Atatürk'ün Muhafazakarligi
Atatürk milliyetçiliginin bir diger kendine has yönü ise, her türlü materyalist fikriyatin aksine dine ve dini degerlere büyük önem vermesidir. Büyük Önder, önceki sayfalarda da ifade edildigi gibi, Islam'in Türk milli kimliginin çok önemli bir parçasi oldugu ve bu parça olmadan o kimligin korunamayacagi gerçegini pek çok vesileyle ifade etmistir.

Atatürk'ün Cumhuriyet'in ilk yillarinda uyguladigi nüfus politikasinda da bu bilinci görmek mümkündür.Cumhuriyet'in ilk yillarinda, Türkiye nüfusunun elden geldigince müslümanlardan olusmasi için çaba gösterilmistir. Atatürk, etnik olarak Türk olmadiklari halde müslüman kimligi ile Türkiye'ye bagli olan Bosnaklar, Çerkezler gibi azinliklarin Türkiye'ye göç isteklerinin hepsini olumlu karsilamistir.

Hatta bazi tarihçiler bu politika nedeniyle Atatürk'ün Türk Milliyetçiligi'nin bir yönden de "müslüman milliyetçiligi" oldugunu söylerler.
Bu ise, Atatürk'ün gerçek mirasinin, Türk siyasi ve fikri hayatinda "milliyetçi-muhafazakar" çizgi tarafindan temsil edildiginin açik bir göstergesidir.

Atatürk'ün milliyetçi-muhafazakar kimligini ortaya koyan unsurlarin bir digeri, "milli ahlak" kavramina verdigi önemdir. Atatürk'e göre milli ahlak, bir millet olusturmanin ilk sartini teskil etmektedir. Atatürk, bu konudaki görüsünü, "Mükemmel bir millette, milli ahlakin icaplari, o milletin fertleri tarafindan, hiç tereddüt etmeksizin vicdani ve hissi bir sevkle yapilir. En büyük milli heyecan iste budur." sözleriyle özetlemektedir. (Afet Inan, Atatürk Hakkinda Hatiralar ve Belgeler, sf. 302)

Atatürk, milli ahlak anlayisini "mukaddes" bir deger olarak kabul etmis ve bu inancini bir çok defa ifade etmistir

Tarihte Türk-Ermeni Iliskileri
Bugün Ermenilerin öne sürdükleri sözde soykirim senaryosunun temeli Dogu Anadolu topraklarinin Ermeni anayurdu oldugu iddiasina dayanmaktadir. Buna senaryoya göre Türkler, Ermeni topraklarini isgal etmisler ve her zaman zulmetmislerdir. Ancak Türk-Ermeni ortak tarihini incelemek bu iddialarin tamamen asilsiz oldugunu delilleriyle ortaya koymaktadir. Üstelik Ermeni halkinin da 1. Dünya Savasi'na kadar böyle bir iddiasi olmamistir

Türkiye içinde bulundugu jeopolitik ve jeostratejik konum dolayisiyla tüm dünyanin dikkatini çeken bir ülkedir. Asya ve Avrupa kitalari arasinda bir köprüdür, Karadeniz'i Akdeniz'e baglayan bogazlara sahiptir, Ortaasya, Ortadogu ve Kafkasya'daki dogal enerji kaynaklarinin kesistigi bir noktadadir. Geçmiste Osmanli Imparatorlugu, günümüzde ise Türkiye Cumhuriyeti bu kritik konumu nedeniyle çesitli ülkelerin ilgi alani olmus, plan ve entrikalarin hedefi haline gelmistir. Türkiye üzerindeki planlarini uygulamak isteyen ülkeler, bu hedeflerine ulasmak için türlü yollara basvurmuslardir. Osmanli imparatorlugu içinde huzur içinde yasayan azinliklari yönetim aleyhinde kiskirtmis, kendi hedeflerini gerçeklestirmek için onlari kullanmislardir. Ermeniler de bu halklardan biridir. Özellikle de Rusya ve Ingiltere Ermenileri kendi hedefleri ugrunda bir piyon gibi kullanmislardir

Senaryonun Baslangici
Ancak asirlardir süregelen Türk-Ermeni iliskilerini, sadece 1. Dünya Savasi yillarindaki kisa dönem çerçevesinde degerlendirmek çok saglikli olmaz. Çünkü Ermenilerle Türklerin dostluklari bin yil öncesine kadar uzanmaktadir.

Bugün Ermenilerin öne sürdükleri sözde soykirim senaryosunun temeli Dogu Anadolu topraklarinin Ermeni anayurdu oldugu iddiasina dayanmaktadir. Bu senaryoya göre Türkler, Selçuklular ve Osmanlilar ile baslayarak Ermeni topraklarini isgal etmisler ve her zaman zulmetmislerdir. Hatta bu zulüm hala devam etmektedir. Ancak Türk-Ermeni ortak tarihini incelemek bu iddialarin tamamen asilsiz oldugunu delilleriyle ortaya koymaktadir. Üstelik Ermeni halkinin da 1. Dünya Savasi'na kadar böyle bir iddiasi olmamistir. Öncelikle, Dogu Anadolu topraklarinin Ermeni anayurdu oldugu iddiasi tarihi gerçekleri yansitmamaktadir. Ermenilerin bir zamanlar toplu olarak oturduklari bölge tarihin kaydettigi dönemlerde MÖ 521'den 344'e kadar bir Pers vilâyeti, 344'den 215'e kadar Makedonya Imparatorlugunun bir parçasi, daha sonra sirasiyla Selefkitlere tâbi bir vilâyet, Roma Imparatorlugu ile Partlar arasinda sik sik el degistiren bir bölge, Sasani vilâyeti, daha sonra da bir Bizans vilâyeti olmustur. Bu topraklarin 7. yüzyil sonlarindan itibaren sahibi Emevilerdir. Onlardan sonra 10. yüzyil sonlarina kadar Abbasilerin elinde kalmis, 10. yüzyilin sonlarina dogru Anadolu'nun tamamina Bizans Imparatorlugu yeniden hakim olmustur. 10, yüzyildan itibaren de bölgeye Türkler gelmislerdir. Ermeniler çok eski tarihlerden beri bölgede varligi devam eden, medeni ve kadim bir millettir. Ancak tarih boyunca çesitli egemenlikler altinda yasamis, hiçbir zaman bagimsiz ve sürekli bir devlete sahip olamamislardir. Dolayisiyla Dogu Anadolu'nun bir Ermeni anayurdu oldugu iddiasi gerçeklerle örtüsmemektedir.

Gerçek Zulmü Bizans Yapti
Ermeniler en büyük zulmü Bizans Imparatorlugunun yönetimi altinda yasarken görmüslerdir. Bu konu ile tarihçiler tarafindan da sikça dile getirilmistir. Ünlü Ermeni tarihçisi ve ayni zamanda Urfali olan Mateos halkin buralardan sürüldügünü, evlerinden zorla çikarildiklarini ifade etmektedir. Mateos "Iki yil sonra (993-994) büyük Roma dükü, büyük bir ordu ile beraber Ermenilere karsi yürüdü, Hristiyanlarin üzerine atilip onlari kiliçtan geçirdi ve esaret altina aldi. O, zehirli bir yilan gibi her yere ölüm götürdü ve böylelikle, dinsiz milletlerin yerini tutmus oldu" sözleriyle Bizanslilarin Ermeni halkina karsi uyguladigi siddeti dile getirmistir.

Ermeniler, Osmanli Devleti'nin ilk kurulus yillarinda bazi küçük devlet ve beyliklere bagli bir sekilde hayatlarini devam ettirmislerdir. Osmanlilarla ilk iliskileri ise Osman Gazi döneminde baslamistir. Osman Gazi 1324 yilinda Bursa'yi merkez yaptiktan sonra, Kütahya'da yasayan Ermenileri ve ruhani reislerini buraya nakletmistir. Bu güçlü iliski Osmanli Imparatorlugunun son dönemlerine kadar hiçbir kesintiye ugramadan devam etmistir. Özellikle de Fatih Sultan Mehmet'in 1453 yilinda Istanbul'u almasiyla baslayan dönem, Ermeniler için adeta bir altin çag olmustur

Osmanli Hosgörüsü
Fatih Sultan Mehmet kendi talebi ile Ermenilerin Bursa'daki ruhani reisi Hovakim'i Istanbul'a getirtmis, Rum Patrikligi'nin yaninda, bir de Ermeni Patrikligi'ni 1461'de kurdurmustur. Patrik, padisahin fermaniyla Ermeni cemaatinin lideri ilan edilmis ve Ermeniler tamamen onun yönetimine birakilmistir. Bu dönemden sonra çesitli ülkelerden Istanbul'a büyük bir Ermeni göçü yasanmis, Istanbul'da güçlü bir Ermeni toplulugu olusmustur. Yavuz Sultan Selim'in Güney Kafkasya ve Dogu Anadolu'yu fethetmesiyle birlikte, buradaki Ermeniler de Istanbul'daki cemaatin bünyesine dahil olmus, Istanbul Patrikligi'ne baglanmislardir. Osmanli yönetimi boyunca Ermeniler dinsel, siyasal, ekonomik ve kültürel açidan çok büyük bir özgürlük yasamislardir.

Bu büyük hosgörü ve iyi niyet Fatih Sultan Mehmet'ten sonra da devam etmistir. Diger gayrimüslim topluluklarin oldugu gibi, Ermenilerin de dini ve toplumsal islerine kesinlikle karisilmamistir. Ermeniler gerek yönetimde, gerek sanat alaninda, gerekse ticari hayatta çok önemli bir yer edinmisler ve toplumun en müreffeh sinifi haline gelmislerdir. Osmanli Devleti'ne sadakatleri, güvenilir olmalari, iyi niyetli tavirlari, Türk adetlerini benimsemeleri, hatta iyi Türkçe konusmalari, Ermenilerin devlete ait resmi veya özel islere atanmalarina sebep olmustur. Ermenilerin Osmanli yönetiminden memnuniyetleri geçtigimiz yil, yani Osmanli'nin 700. kurulus yilinda, Istanbul Ermeni Patrikhanesi 538. dogum günü kutlanirken de çesitli sekillerde ifade edilmistir

Resim alti Osmanli Imparatorlugu’nda gayri müslim topluluklarin oldugu gibi, Ermenilerin de dini ve toplumsal islerine kesinlikle karisilmamistir. Ermeniler gerek yönetimde, gerek sanat alaninda, gerekse ticari hayatta çok önemli bir yer edinmisler ve toplumun en müreffeh sinifi haline gelmislerdir.
 
 
  09.03.2008 tarihinden itibaren 41235 ziyaretçi burdaydı!
 
 
yücel küçük ve ibrahim küçük yapımıdır. Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol